21 Eylül 2013

Ayasofya Camİİ'nİn Müzeye Çevrİlmesİ ve Ardındakİ Gerçekler

Doğu Bizans İmparatoru Constantin’in ( 324-337) oğlu Constantinius ( 337-361) tarafından babasının vasiyeti üzerine inşa edilen ve 15 Şubat 360 tarihinde resmî açılışı yapılan "Büyük Kilise" diğer adıyla Ayasofya’ya kısa fasılalarla ilâveler yapılmış, 20 Haziran 404 tarihinde bir yangın neticesi harap olmuştur. 8 Ekim 415 tarihinde ikinci açılışı yapılan Büyük Ayasofya, 13/14 Ocak 532 günü gecesi ikinci defa yangına uğrayarak, harap olmuştur.

Bizans İmparatoru Justianus (527-565), Anadolu’nun birçok inşaat merkezlerine haber göndererek, antik devirden kalan eski eser harabelerinden, kıymetli inşaat malzemelerini başşehir İstanbul’a göndermelerini istemiştir.

Ayrıca bugünkü Aydın ilimizden Tralles şehrinden Mimar Anthemios, yine Aydın ilimizin Miletos şehrinden Mimar İsidoros davet edilerek yangına ve depreme dayanıklı bir mabet inşaasını İmparator Justianus emretmiştir. Böylece; Mısır’dan Heliopolis’ten, Ayaslık’tan Arthemis Mabedinden, Kapıdağ Yarımadasından, Suriye Baalbek’ten değişik renkte mermer ve sütunlar getirttirilmiştir.


27 Ekim 537’de Ayasofya Kilisesi’nin üçüncü açılışı İmparator Justianus tarafından muhteşem bir törenle yapılmış ve Hz. Süleyman’ı kastederek “Süleyman, ben seni de geçtim” demiştir. Ancak, Justianus zamanında 557 yılındaki bir depremde kubbenin doğu kısmı 7 Mayıs 558’de çökmüş, 24 Aralık 562 tarihinde , kubbe biraz daha yükseltilerek, Ayasofya Kilisesi’nin dördüncü resmî açılışı yapılmıştır.

Ayasofya, 80,9x70 m. ebadında inşa edilmiştir. Kubbenin zeminden yüksekliği 55,6 m., çapı 33 m., asıl kubbe yüksekliği 13,8 m. dir. Kubbede 40 pencere bulunmaktadır. 40 sütun zeminde, 67 sütün ikinci kat yan mahfillerinde olmak üzere 107 sütün Ayasofya Kilisesini ayakta tutmaktadır. Kubbeyi taşıyan esas dört fil ayağı yüksekliği 24,3 m. dir.

869 tarihinde Ayasofya’nın kubbesi çatlamış ve ilk ciddi tamiri görmüştür. 26 Ekim 986 tarihindeki depremde, yine kubbenin bir kısmı çökmüş ve ikinci defa onarım görmüştür. 1317 senesinde, istinat duvarları yapılmıştır. 19 Mayıs 1346 tarihinde ise sebepsiz olarak doğudaki başkemer ile kubbenin bir parçası çökmüştür. Halkın yardımı ile 1354 yılında onarımı ancak yapılabilmiştir.

Bizans İmparatoru Justianus zamanında, yani 537-562 yıllarında, Ayasofya Kilisesi’nde 425 papaz, 100 kapıcı, ve 275 diğer personel olmak üzere toplam 800 personel çalışıyordu.

29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul kapıları ebediyyen Türkler’e açılınca, Fatih Sultan Mehmet Han, Ayasofya Kilisesi’ni camiye çevirmiş ve doğu istinat duvarlarını tahkim ettirmiş, minare ve mihrap ilâve ettirmiştir. 22.01.1471 tarihli orijinal vakfiyesiVakıflar Genel Müdürlüğü Kültür ve Tescil Dairesi Başkanlığı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Vakfiyesinde camide görevlendirdiği 62 personele günde 231 akçe gündelik verilmesini, aydınlatma ve yaygı masrafı için de günde 10 akçe harcanması Fatih Sultan Mehmet’in şartları arasında bulunmaktadır. Elbetteki bu ücretler, vakfettiği gelir getirici mülklerden tahsil edilmektedir.

Fatih Sultan Mehmet, 1471 tarihli vakfiyesinin 304-313. sahifelerinde, o devrin din görevlilerinin ücretini şöyle belirtmektedir :

1.Hatip, günde 15 akçe,
2.İmam, günde 15 akçe,
3.Başhafız, günde 6 akçe,
4.Dokuz Hafız, her birine günde beşer akçe,
5.Yirmi kişi cüzhan, her birine günde 2 akçe,
6.Kelime-i Tevhid çeken hocaların başına, günde 3 akçe,
7.Kelime-i Tevhid çeken 14 hocanın her birine günde 2 akçe,
8.Namaz sonunda dua aden muarrife, günde 6 akçe,
9.Altı adet Müezzin,
10.İki adet kandilci,
9.Namaz saatlerini bildiren muvakkite, günde 10 akçe,
10.Dört kayyım ( temizlikçi), her birine günde dörder akçe,
11.2 adet Meremmetci,
11.Puantörlük görevi yapan Noktacıya, günde 2 akçe,
12.Namaz kılanların altına serilmek üzere hasır alınması için, günde 4 akçe,
13.Kandillerde yakmak üzere zeytinyağı alınması için, günde 5 akçe,
14.Kandil levazımatı için günde, toplam 10 akçe.



Bu masrafların ödenmesi için Fatih Sultan Mehmet, 1471 yılı Ocak ayında tesis ettiği vakfiyesinde, gelir getirici emlâk bırakmıştır. Vakfiyenin 360-370. sayfasında, yani vakfiyenin sonunda; diğer vakfiyelerde de olduğu gibi, şu hüküm bulunmaktadır : “… sağlam bir hükümle doğru bir vakıf kurulmuştur. Bu vakfım ile ilgili şartları duyup ta değiştirenlerin vebali, onların üzerine olsun. Şüpheisz, böyle bir hayratı, iptal eden, veya asıl gayesi dışında kullandıran kişi, zalimlerden olur ve Allâh indinde, kıyamet gününde, zalim olarak hesap verecektir.”

Fatih Sultan MehmetAyasofya Camii'nin Topkapı sarayı tarafında bir imâret yaptırarak, fakir, garip ve kimsesiz kişilerin, gıdasız kalmamasını, sosyal adaletin sağlanmasını temin etmiştir. Ayrıca insan hakları konusunda bütün dünyaya örnek olmuş, herkesin ibâdetinde serbest olduğu özellikle vurgulanmıştır.

Sultan II. Bayezıt, kuzey-batısındaki minareyi, Sultan II. Selim de Mimar Koca Sinan’a Batı cephesindeki iki minareyi inşa ettirmiştir. Sultan III.Murat, Sultan III. Ahmet, Sultan I. Mahmut, Ayasofya Camiine çeşitli ilâveler ve tamirler yaptırmışlardır.

Ayasofya Camisinde bildiğimiz kadarıyla 1651 yılında Tekneczâde İbrahim Efendi’nin celî sülüs hattıyla Cariyârı güzin levhaları vardı. 1849 yılında İsviçreli Fosatti tarafından yapılan tamir esnasında, bu levhalar indirilerek, Saray Enderun okulunda yetişen, Hattat Yesârizâde Mustafa İzzet ve Mustafa Vasıf Efendilerin yetiştirdiği, Sultan Abdülmecit devrinin ünlü hattatı Mustafa İzzet Efendi’ye yazdırılmıştır. Mustafa İzzet Efendi asıllarını küçük boyda hazırlamış ve kareleme şeklinde büyütmek suretiyle, öğrencisi Şefik Bey ile Ali Efendi’nin yardımlarıyla, 7,5 m. yi aşan oval levhaları cami içinde yaparak, yerlerine asmışlar ve hattatlık sanatımızın eşsiz örneklerini sergilemişlerdir.

Ayasofya Camii haziresinde üç Sultan Türbesi bulunmakta olup; Sultan I. Selim, III. Murat ve III. Mehmet için inşa edilmiştir. Bunların dışında vaftizhane Sultan I. Mustafa’nın ani vefatıyla 1639 yılında türbe haline getrilmiş, Sultan I.Mustafa, 1648’de Sultan İbrahim’in ebedî istirahatgâhı olmuştur.

Sultan III. Ahmet, 1728 yılında Ayasofya Camii içinde yapılan onarımlar esnasında Hünkâr Mahfili inşa ettirmiş, Sultan I. Mahmut 1739 yılında özel bir kütüphane yaptırmış, kütüphanenin idamesi için de Cagaloğlu Hamamını yaptırarak vakfetmiştir. 1740 yılında ise şadırvan yaptırmıştır. 1809 yılında Sultan II. Mahmut tarafından onarılan Ayasofya Camii, Sultan Abdülmecit’in emri ile, Şeyhülislâm Mekkizade Mustafa Asım efendi’nin devlete kalan serveti, vasiyeti gereği Ayasofya Camiinin restorasyonuna harcanmış ve restorasyonda İsviçreli Mimar G. Fosatti görevlendirilmiştir. 1894 depreminde sıva çatlakları olmuş Mimar Kemalettin Bey nezaretinde tamir hazırlıkları yapılmış, 1926 senesinde takviye görmüştür.


Ayasofya’nın Müze olması:

Cumhuriyet döneminde yurdumuza gelerek Ayasofya mozaikleri konusunda araştırma yapan Amerikalı ünlü Doğu bilimcisi Witimor’un, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 7,5 m. çapındaki levhaların altında araştırma yapmak istemesi ve araştırma sonucu mozaiklerin bulunması üzerine, Ayasofya Camisi’nin bir müze olması üzerinde fikirler, su yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Ayasofya Camisi’nin müze olması fikri, o devrin Maarif Vekili Abidin Özmen tarafından 1933’de benimsenerek, Mustafa Kemal Atatürk’e intikal ettirilmiş, büyük kurtarıcının tasvibi alınınca, bir komisyon kurularak, gereği yapılmak üzere prosedür işletilmeye başlanmıştır.

O Dönemin Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Dr. Hâmit Zübeyr Koşay, bu satırların yazarına bizzat anlattığına göre, durum aynen şöyledir :

Maarif Vekili Abidin Özmen, Dr. Hamit Zübeyr Koşay’ı makamına çağırarak, “Ayasofya’nın Müze olması için bir gerekçe hazırla getir” der. Zira Avrupa ile temaslar başlamıştır, Balkan Paktı gündemdedir. Batıya şirin görünmemiz lâzımdır.

Dr.Koşay; İstanbul Müzeleri Genel Müdürü Aziz Ogan, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Tahsin Öz, Osman Ferid, Niyazi Kemal, E.Ogan, Nihat Bey, Ağa Ziya, Efdaluddin Beylerden meydana gelen bir komisyon kurar ve Komisyon “Ayasofya Camisinin bir ilim mabedi”, yani müze olmasına karar verir.

Dr.Koşay, Halil Ethem Eldem Beyler ile tekke ve türbelerin kapatılması esnasında, Mevlâna Türbesi ile Hacıbektaş Türbesini, verdiği raporlarla, gerekçe göstermek kaydı ile, kapatılmaktan kurtarmış ve müze olmasını temin etmiştir.

27.08.1934 tarihinde Ayasofya Camisi’nin müzeye dönüştürülmesi halinde yapılacak işleri belirten rapor şöyledir :

1. Ayasofya’nın kendisi zaten bir müzedir. Ona ilmî şeklini almış bir müze mahiyetini vermek, her şeyden önce temizliğe ve tamire bağlıdır. Bunun için ise, Witimor tarafından yeniden çıkarılmaya başlanan mozaiklerin alacağı son şekli ve bu ameliyenin binada bırakacağı izleri bilmek ve beklemek lâzımdır.

2. Şimdilik binanın dışında bozuk olan Batı cephesini sıva ve badana bakımından onarmak ve etrafındaki kapı ve pencereleri sağlam hale getirmek, nihayet dış narteksini eşya teşhirine elverişli hâle koymak bahis konusudur.

3. Bundan başka çevresinde ve ona bitişik olan kimsesizler Yurdu, kahve ve dükkân gibi harabeleri ortadan kaldırmak şarttır (Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulup, Sultan II. Bayezıt tarafından bir kat ilâvesi yapılan, Akşemsettin’in müderrislik, yani profesörlük yaptığı medrese kimsesizler Yurdu olarak zikredilmektedir.)

4. Avluyu temizlemek ve burayı bir açık müze haline getirmek gereklidir.

5. Mabedin içini müze haline koyacak mühim unsur, oraya nakledilecek ve orada sergilenecek eserlerdir. Bunlar Bizans Devrine ve Osmanlı Devrine ait olacaktır. Bizans eserleri Arkeoloji Müzesi’nde bulunan lahitler ve teşhire değer kabartmalarla, mimarî parçalar, Nur-u Osmaniye Camii avlusundaki kırmızı lahitler, Zeyrek Camii önündeki lahitler ve nihayet İstanbul’da mütemadiyen çıkacak sütun başlıkları, v.s.

6. Osmanlı eserleri ise, Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nden alınacak, Yalnız Osmanlı Devrine ait halılar, yazılar, kitap kapları, rahleler, şamdanlar, gülâpdanlar, çekmeceler v.s. dir.

7. Ayasofya’daki yerlerinden indirilen büyük yazı levhaları çok kıymetli Türk eserleridir. Bunların Evkâf’ın istediği gibi Sultanahmet Camii’ne nakli doğru olmaz. Çünkü eserler, camiin mimarisine uyarlı değildir. Bunları Hünkâr Mahfelinin civarında tabakaların altına yerleştirmek gerekir.

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk, Ayasofya’ya iki defa ziyarete gelmiş ve “Ayasofya’yı müze yapıp, ilim âlemine hediye ediyoruz” başlığı ile beyanat vermiş bulunmaktadır. Atatürk’ün Ayasofya bahçesinde çekilmiş fotoğrafı da bulunmaktadır.

24 Ekim 1934 tarihinde meşhur Ayasofya Camii, ibadethanelikten çıkarılarak ilmin mabedi yapılmıi ve Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlanmıştır. Camiye ait levhalar, halılar ve diğer teberrukât eşyaları kaldırılmış ve asırlarca cami olarak hizmet veren eserin eşyaları diğer camilere dağıtılmıştır.

Bu konuda Başbakanlık Kanun ve Kararlar Dairesi Başkanlığında 2/1589 sayılı Kararnamede:

Maarif Vekilliğinden yazılan 14.11.934 tarih ve 94041 sayılı tezkerede; Eşşiz bir mimarlık ve sanat abidesi olan İstanbul’daki Ayasofya Camiinin tarihî vaziyeti itibarı ile müzeye çevrilmesi bütün Şark alemini sevşndireceği ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle bunun müzeye çevrilmesi, çevresindeki evafa ait dükkanların yıktırılması ve diğerlerinin de evkafcça istimlâk edilmesi suretiyle güzelleştirilmesi, ve tamiri ve daimi muhafazası masraflarına karşılık ta evkafça bu sene ve gelecek seneler bütçelerinden muayyen bir para ayrılması hakkında bir karar ittihazı istenilmiş ve Evkaf umum Müdürlüğüne yazılan 7.11.934 tarih ve 153197/107 sayılı müteâlanamede, bu camiin Bizanslılardan kalma bir eser olması hasebiyle hiç bir vakfı olmadığı ve her ne kadar cami olduktan sonra Sultanlar ve Halk tarafından bazı gelirler bağışlanmışsa da bunlardan aşar olarak bağlanan sultan gelirlerinin kaldırılmış olduğu ve halk tarafından bağlanan gelirler ise kuran okumak ve buna benzer belli ve nerede olursa olsun yapılabilir dini emekler olup müzeye çevrilmesi ve korunması için verilecek bir geliri bulunmadığı ve şimdiye kadar tamiri, gelirine bakmadan diğer vakıflarla bir arada yapılagelmekte olan bu bina cami olmaktan çıkınca artık buna imkan kalmayacağı ve bütçelerinin bugünkü vaziyeti herhangi bir yardıma da yol bırakmamakta olduğu ve çevresindeki yapılardan evkafa ait olanları yıkmak ve kaldırmak elden gelirse de ötekine berikine ait olanların evkafça satın alınmasına imkan bulunmadığı bildirilmiştir.

Bu iş İcra Vekilleri Heyetince 24/11/934 te görüşülerek caminin çevresindeki evkafa ait binaların Evkaf Umum müdürlüğünce yıktırılarak temizlettirilmesi ve diğer binaların istimlak, yıkma ve binanın tamir ve muhafazası masrafları da Maarif Vekilliğince verilmek suretiyle Ayasofya camiin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur.


24.1.1934

REİSİCÜMHUR
K.ATATÜRK


***

Kararname incelendiği zaman görülecektir ki, imlâ hataları ile doludur. Elle düzeltmeler vardır. Osmanlıca harflerden lâtin alfabesine geçiş döneminden daha 10 yıl bile geçmemiştir.

Ancak en önemlisi, Ayasofya'nın Vakfı olmadığı, vakıf geliri olmadığının sarahaten vurgulanmasıdır ki, daha sonra da 2762 sayılı Vakıflar Kanunu 1935 yılında Yüce Meclisten geçerek kanunlaşmış ve Başbakanlığa bağlı Katma Bütçeli bir kuruluş doğmuştur. Kararnameden dört yıl sonra 1938 yılında Fatih Sultan Mehmet’in Ayasofya Vakfiyesi, yine Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yayınlanlanarak ilim âlemine sunulmuştur.

28.05.1939 tarihinde Prof. Remzi Oğuz Arık Başkanlığında toplanan bir komisyon ise; Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin 7,5 m.yi aşan hat şaheseri 8 levhanın eski yerlerine asılmasına karar vermiş, ancak tahsisat kifayetsizliği sebebiyle yerlerine asılamamış, sonradan hayırseverlerin katkılarıyla 28.01.1949 tarihinde söz konusu levhalar yerlerine asılmıştır.


Şimdi ne yapmalı?

Çeşitli tarihlerde Ayasofya Müzesi’ni eski haline çevirme gibi bazı kesimlerin politik çıkışları vardır.

Halkımızın % 95’inin müslüman olduğuna göre, demokrasi çoğunluğun sesi olduğuna göre, halkın sesine kulak verilmesi gerekir.

Avrupa Birliği ve Batı bizi her zaman aşağılayıcı bir ifade ile bizi görmekte olup, Avrupa Birliği her ne kadar ret etmese de bir hristiyan klubü olduğunu herkes bilmektedir. Güney-Doğu olayları, Kıbrıs’a karşı tutumunun ne olduğunu hepimiz biliyoruz. Avrupa Parlementosu’nun Ermeni konusunda aldığı kararı unutmamalıyız. Avrupa’nın bize nasıl bir gözle baktığının bu karar iyi bir delilidir. Tarih okumadıklarının, bilmediklerinin delilidir. Aldıkları kararın kökeni Haçlı-Hilâl mücadelesidir. Bunun bilincinde olmalıyız. Ayrıca Türkiye’de idamın kalkması isteyenler, aynı arzu ve isteği neden Amerika Birleşik Devletlerinden istemediklerini düşünmemiz gerekmez mi? Türkiye Cumhuriyeti ekonomik bakımdan zayıf olduğu, siyasî bakımdan zayıf olduğu, koalisyon dönemlerinde Batı her zaman bizden taviz koparma yolunu seçmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde de aynı şeyleri yapmamış mıdır?

Ancak biz doğrular peşinde olmamız, hislerimizle hareket etmeden, mantığımızla işlerimizi yürütmenin doğru olacağına inanıyoruz.

Aslında yanılmıyorsak, Prof. Dr. Emin Bilgiç’in Müsteşarlık döneminde 8 Ağustos 1980 tarihinde Hünkâr Mahfili ibadete açılmış, 14 Eylül 1980’de restorasyon gerekçesiyle kapatılmış, 10 Şubat 1991’de yeniden ibadete açılmıştı. Aklın yolu her zaman birdir.

______
DİPNOT:
Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul- 1982.
Fatih Sultan Mehmet Vakfiyesi, İstanbul -1938,
Türkiye Diyanet vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.4.s.206-217.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder